3 Ağustos 2012 Cuma

daha guzeli varmis, daha dogrusu eksik aktarmisim sizlere.

Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, iudicium difficile.

Sanat* uzun, hayat kisa, firsatlar gecici, deneyimler aldatici, karar vermek zor.


Hipokrat
(sanat, tip ya da hekimlik demekmis)

ne varsa eski topraklarda var, ben bunu bilir bunu soylerim.

vita brevis dostlar, vita brevis.

agzindan cikan her kelimeyi not almak istedigim muhtesem hocam dun ayrilirken bunu soyledi bize. yaninda, universite yillarindan arkadasi vardi, ikisinin de altmisli yaslarda oldugunu tahmin ediyorum. teker teker masadan kalkiyorduk, kalkmak istemedim, son dakikaya kadar da oturdum. o son anlardan birinde dedevari kahkasini atti, arkadasina dondu- hayat kisa degil mi? hayat kisa dedi, bir daha guldu, ve (bence) bana bakip "zaman kaybetmeyin" dedi.

bu ani kafama kazimaya calisiyorum. gozunu kapayip acincaya kadar altmis yasinda olacagina gercekten inansa insan, hayatini hic karmasik hale getirmeye ugrasmaz, kendini ayagindan vurmaz. zaman kaybetmez, degil mi?

2 Ağustos 2012 Perşembe

Delirium

Now that I have some English-speaking followers (hey!) I might as well write some of my entries in English. Just a warning, I can't be held responsible for grammar or any other "official" stuff on my own blog- I don't even bother in Turkish. Merci beaucoup.

Having said that... I'm pulling an all-nighter guys. It's fun. I like it. Like it like it like it. No, I'm not having a delirium because my lack of sleep, thank you very much. But seriously, I'm now looking outside my window on the Dalmatian coast, it's pretty tranquil outside and all you can hear is the midget owl's hoo hoo's. How cool is that?

Today I was in such a good mood that my mom... thought I was drunk when we skyped. Fyi, no, I was not drunk at all! Yet good company and a good meal seem to have the same effect. I had a wonderful dinner with my summer session professor and fellow students. I realized I would very much miss having intellectual conversations with him. I dare not compare my level with a great mind like him, of course. However, the mere chance to reach such depths- ah, that's bliss. For all we know, I say we stop doing all the trivial and superficial things we do everyday and devote ourselves to scholarship. Or, read the books of those who do that. That will do too.

Sigh... Ok, I will go back to my paper, if you insist.



Ciao bellas! 

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Oda-2

Sayet bir gun birisi kafayi bozup S.'i gercekten anlamak ruhunu didik didik etmek isterse su odaya benim gozumden bakmayi deneyecek arkadas. bu kadar. hayatin boyunca ayni odada yasayinca boyle oluyor belki de. su ufacik yere nasil da baglaniyormus insan. tabii bunlar hikaye. ben buraya tirnaklarimla kaziyarak geldim derler ya. bu oda da oyle damla damla olustu, her sey bana gecmisle ya da kendimle ilgili bir sey fisildiyor.

Oda

valla ister kafasi karisik deyin ister jetlag senin basina vurmus sabah 5.42sinde kafayi siyirdin. ama su anda koltugumun ustu dolu oldugu icin ayakta da olsa bunu yazma ihtiyacini siddetle hissettigim icin duygularimdan eminim.

benim odam dunyanin en guzel yeri. su 30 metrekare gibi hesap ettigim cografi bolge beni o kadar mutlu ediyor ki su anda. evet, sabahin 5.54u oldu.

10.siniftaki cografya notlarimi bile buldum. okumak istedigim icin odamdan cikartamadigim kitaplari buldum, yamuk yumuk sikismislar dolapta. universiteye hazirlik icin yaptigim tonla calisma. resmen tonla. yine universiteye hazirlik icin yiginla kitap ve dergi (hani dersle alakali olmayan kisimlari icin).

ben neye cok uzuluyorum biliyor musunuz? soyle her gun insan gormese sikilan biri degilimdir, kendime yeterim. bunun en onemli sebebi de (bence) kafamda yapacak cok sey olmasidir. ama ben plan yapip yapip %99unu gerceklestiremiyorum ya, iste ona yaniyorum. su kitaplara bak mesela. yazik.

zamansizliktan mi, yersizlikten mi. yok, kafasizliktan. kafami kontrol edip sinirlandiramamaktan. benim kafam ucar gider, ondan. Yok, dahasi da var. abuk subuk seylerle zaman kaybetmekten. Ah, hayatimi harciyorum a dostlar. Sabah 5.59 itibariyle buna bir DUR diyecegim! Kendine gel S.

10 yil onceki halimin gurur duyacagi bir insan olmak istiyorum.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Ozet (1)




7/24 yoldasim laptop
Yapmam gerekenlerin yazili oldugu post-it'ler
Stresten yedigim yemekler, stresten yememek icin art arda cignedigim sakizlar
Biten 0.7 uclar

Ve tabii, (aklimda) Istanbul.

Bu seneyi cok ozleyecegim. Davulun sesi uzaktan hos gelir derler, ben simdiden ozledim.


Mutlu bir mutluluk

Ta ne zamanlar yazmistim. Ingilizce edebiyat dersinde acinin iyi bir edebi malzeme oldugundan, mutlulugun ilham verici olmadigindan bahsetmistik. Mutluluk bir sondu, uzerine soz soylenmezdi. Yazmak isteyenlerin oyle ya da boyle bir celiskileri vardi. Ben de asagi yukari o gun bilincaltimi bu kaniya teslim etmistim. Iyi yazip yazamadigim (hele bu platformda) tartisma konusu olmanin dahi otesindedir amma velakin eger olcu icime sinmesi ve icimdekileri aktarabilmesiyse, en hosuma giden yazilarim kafama cok da yatmayan konulardaki metaforik gezintilerim olmustur. Ne kadar kafami kurcaliyorsa o kadar yazabilirim diye dusunurum. Yazmak o kadar islevsel olur. 

Ve yine bir celiski odur ki, yazanlar mutluluklarindan yazmasalar da mutlulugu aradiklarindan yazarlar. Bir bara gidip dans etmenin, soyle guzel cilekli cikolatali bir pasta yemenin veremedigi bir mutluluk: ic huzuru. Akliniza yasli teyzeler gelmesin hemen, ic huzuru gulme kaslarinizin eksiksiz calisabilmesi, o parlak gulumsemenizin yuzunuze zorlamasiz oturmasidir.

Belki yuzmilyonbin tane makale var mutluluk uzerine. Makale, deneme, oyku, ne ararsaniz. Google bile kendi basina tatmin edici sonuclar veriyor ilk tiklayisinizda. Hepsi de dogru, mantikli gozukuyor okudugunuzda. 

Konu ne zaman bana gelecek diye dusunuyorsunuz degil mi? Cunku kendi benligimi afise etmekten kose bucak kacan ben, bir konu benim hakkimdaysa yazamaz oldum. Hersey herkes hakkinda olabilir gibi genel bir savunma yapabilirim ama baska bir gune saklayacagim bunu, sadece sizin hatriniz icin. Konudan kopmazsak, evet, bu sefer sasirtacagim sizi ve konu her zamanki tarziyla "benim" hakkimda olmayacak. 

Ben mutlulugun aradikca bulunan bir sey olmadigini hatirlatmaya geldim sadece. Arkadasindan kostukca kacan nazli bir sevgili gibi, kendinizi yokladiginiz surece bas agrisindan tumor sahibi oldugunu zanneden pimpiriklere donersiniz (bu noktada bir Allah korusun kaciveriyor agzimdan). 

Mutluluk nedir peki? Biraz da bundan butun karmasa. Mutlulugu toplumun ya da bulundugunuz sosyal cevrenin dikte ettigi gibi yasamadiginizdaki pseudo-mutsuzlulugu fark ettiniz mi hic? Yine de bugun, hayatimda bir donemin daha bitip baska bir donemin basladigi su zamanlarda, telefonda konusurken kahkahalarimi tutamadim. Yanimdakiler ne dusunur diye dusunmeden (ama rahatsiz edici olmayacak bir seste) muzik actim, gobek atmaya basladim durduk yere. Icimden geldi ve kafamda baska hicbir ses yoktu. Sonra ses tonumun degistigini hissettim. Kelimeler zorlanmadan atlayiveriyorlardi agzimdan disari, ne soyledigimi dusunmuyor, ya da cok hizli dusunuyordum. Espriler yapiyordum, ardi ardina patliyordu espriler. Uzun zamandir gorusmeyen arkadaslarin arasindaki narin soguklugu gormezden geldi espriler, yerlerini buldular ustaca. Bes dakika sonra ne yapmak istedigimi de biliyordum. Cok yorgun oldugum icin biraz uzanmam gerektigini de.

Mutluluk boyle bir kafa netligi iste. Kafanin net olmasi hali. Tum mutluluklarin ozu, hayatin size anlamli gelmesi. Hayatla uyum kurdugunuz hissi. Bu uyumu kimseye kanitlama geregi duymadiginiz, ama zaten yuzunuze bakan herkesin sip diye algiladigi hadise. 

Bu kadarcik mi?
Belki. Belki degil.