28 Şubat 2011 Pazartesi

Kavram Katliamı

T. S. Eliot, the Wasteland. Bitirdin beni. Ne yazık ki Eliot'u eleştirecek bir otorite değilim, fakat günlerdir the Wasteland'le yatıp kalktığıma göre bu hakkı kendimde görüyorum. Canım çıktı. Ve hala anladığımdan emin değilim.

Halbuki çok sevdiğim Murathan Mungan'dan bahsedecektim size bugün. "Bazen ona bir şeyler yazarsın, yazar silersin... yazar silersin... O hiçbirini okumamış olur ama sen hepsini söylemiş olursun." Zaten o'nun duyması önemli mi diye merak ediyorum. Bu herhangi biri olabilir, anneniz, arkadaşınız, sevdiğiniz. Nereye kadar kendimiz için anlatıyoruz, nereye kadar karşımızdakinin dinlemesi için? Bir insana zaten anlamadığı bir şeyi anlatmak mümkün müdür? İnsanların fikirleri gerçekten değiştirilebilir mi? Bir yerde okumuştum, insanlar kendi başlarına kabul etmedikleri şeyleri kabul etmezler, siz onlara kabul ettirdim sanırsınız ama ya kendi bir mantığa oturtarak kabul etmişlerdir ya da hiç etmemişlerdir diye.

Peki kavram katliamı?

Çünkü kavramlar karmakarışık. Ya da biz karıştırıyoruz. Bazen Abraham Lincoln gibi laflar edesim geliyor içimdeki haklılık ibresi tavana vurduğunda: "How many legs does a dog have if you call the tail a leg? Four. Calling a tail a leg doesn't make it a leg". Sonra senin "leg" sandığın şey gerçek değilse diyecekler diye ödüm kopuyor. Yani haklı çıkacaklar diye.Yani, kimin haklı olduğunu zaten bilemeyeceğiz, arafta kalacağız diye.

Benim Alain de Botton zamanım gelmiş yine anlaşılan. Günlük hayat felsefesi.

PS: eğer ağlamak istiyorsanız Notebook'u izleyin derler. Yalan. Emre Altuğ'un Aşk-ı Kıyamet klibini izleyin. Bir an için kavram katliamını unutabilirse insan, biraz da boşsa kafası, anlarsa olan biteni...