28 Aralık 2010 Salı

My Life with the Wave

When I left that sea, a wave moved ahead of the others. She was tall and light. In spite of the shouts of the others who grabbed her by her floating clothes, she clutched my arm and went off with me leaping. I didn’t want to say anything to her, because it hurt me to shame her in front of her friends. Besides, the furious stares of the elders paralyzed me. When we got to town, I explained to her that it was impossible, that life in the city was not what she had been able to imagine with the ingenuity of a wave that had never left the sea. She watched me gravely: “No, your decision is made. You can’t go back.” I tried sweetness, hardness, irony. She cried, screamed, hugged, threatened. I had to apologize./ (Octavio Paz)

Daha güzel bir betimleme görmüş müydünüz? 
Hikayenin tamamını okuyun. Gerçekten zamanınıza değer.

26 Aralık 2010 Pazar

Onyüzbinzibilyon baloncuk

Nerede benim zaman döndürücüm??? Nerede??? 

Bugünlerde favori kelimem zibilyon. Çünkü yapacak zibilyon tane işim, zibilyon tane deadline'ım, zibiliyon tane derdim ve bunlar için de kendimden zibilyon tane kopyaya ihtiyacım var. 

Kendimi Sheldon gibi hissediyorum bana ne işin var diye sorulunca. Hani Howard'a güvenlik onayı gerekiyordu da FBI konuşmaya gelmişti, Howard hakkında güvenlik endişeleriniz var mı diyince Sheldon 'Where do I even begin' demişti ya. Öyle işte. 

Öte yandan herkese biraz rahatlamasını tavsiye ediyorum. En çok kendime tabii de, hepimizin bunu dinlemesi lazım bence. Yapacak çok işimiz olması bir yana, kafamıza taktığımız çok şey var çünkü. Biraz hesaplaşmayı bırakmak gerekiyor. Ne demiş Mika?

If I pretend that nothing ever went wrong
I can get to my sleep
(I can think that we just carried on)
Tabii, yoruma açık.

24 Aralık 2010 Cuma

Hey, sen.

Bugün hayatım boyunca sahip olduğum en yakın arkadaşlarımdan birine hiç hak etmediği bir şekilde davranmak zorunda kaldım.
Dün doğumgünüydü.
Yarın da kutlaması var.

Halbuki ben aylar önce gözüme kestirmiştim ona doğumgününde vereceğim kartı, içine yazacaklarımı da o zamandan beri düşünüp duruyorum.

Bir de doğumgünlerinin çok özel olduğunu düşünürüm, ayrı bir yeri vardır doğumgünlerinin bende. 18 olduğundan önem derecesinin tavan yaptığını söylememe gerek yok sanırım.

Özür diliyorum... Zaten bir aydır yokum etrafta. Ya "iş"lerimle meşgulum, işlerimle meşgul olmadığımda da onlardan bahsediyorum, kafanı şişiriyorum. ÖSS stresi stayla diyorum, sadece daha uzun zamana yayın.

Kendimi affettiricem ama, her ne kadar önemli değil desen de önemli biliyorum. En azından benim için baya, baya önemli. Yani en azından kendi içime sinmesi lazım, sinene kadar sarılırım en kötü.

EY DÜNYA. DÜN ÇOK ÖZEL BİR GÜNDÜ. YARIN DA BÜTÜN DÜNYAYA YAYILMALI KUTLAMA, bence.

21 Aralık 2010 Salı

Smile

Niye hayatımın en kötü günlerinden birini yaşadıktan sonra bile bu kadar mutlu hissediyorum?

Wisdom from Tom Martin:

Remember …
  1. Whoever comes are the right people.
  2. Whatever happens is the only thing that could have.
  3. Whenever it starts it's the right time.
  4. When it’s over, it’s over.
  5. Klişe gelmiş olabilir.
  6. ama öyle. 
  7. let go- let go-
  8. hold your horses
  9. smile

18 Aralık 2010 Cumartesi

much better.

I remember the gulls and the waves
I remember the islands going dark on the sea
I would have liked to try those wings myself.
It would have been better than this .
                  Muriel Rukeyser (1973)

16 Aralık 2010 Perşembe

Sevgili üst kattaki çocuk,

Adını unuttuğum için özür dilerim, ama kafam yoğun biliyorsun. Yoğun demişken, baya yoğun. O yüzden şu trompetini bir iki hafta sonra çalsan nasıl olur? Bak, piyano da çalıyorsun, gözümden (kulağımdan?) kaçmış değil. Güzel de çalıyorsun, ama hem trompet hem piyano çalamıyorsun değil mi? Söz, iki hafta sonra ben çalarım piyanoyu, eşlik ederiz birbirimize. Ama ne olur, ne olur şu müzik aşkını ertele.

Aksiliğim üstümde biliyorum. Ne güzel çalıyor çocuk halbuki.

13 Aralık 2010 Pazartesi

1/2 mv^2'm eksik.

kaleidescope'un mutluluğuna ithafen:
Çok mutsuzum be blog!

Enerjim yok. yapmak istediğim daha doğrusu yapmam GEREKEN onca şey varken benim enerjim YOK. Sanırım çelişki apaçık ortada.

Kampanya başlatıyorum.
S.'e enerji gönderme kampanyası.
Beni seven bana reikiyle enerji göndersin.
Her türlü enerji kabulümdür.

8 Aralık 2010 Çarşamba

The Poet of the Piano (Piyano'nun şairi)

http://www.youtube.com/watch?v=n0OeCt0rKWU&feature=related 

Op. 9 No 2. Chopin'in en sevdiğim eseridir. Tabii  Op. 10 No. 9 da var, hem ilk göz ağrım, hem de Op.9 No 2. yi nasıl seviyorsam, buna da öyle tutku duyuyorum sanırım. Çok sert, çok yumuşak, o kadar "çok" ki. Çalması en zevkli parçalardan biri.


http://www.youtube.com/watch?v=v17BIT7-3Mw

İşlerim ve stresim arttıkça daha çok dalıyorum hayallere, işim bitince yapacaklarıma.
İlk önce doya doya bunları çalmaya devam edeceğim.

Varsa rahatlamak isteyen, linklere tıklasın.

5 Aralık 2010 Pazar

Beyaz Mutluluk

Bakın, bu konu hakkında yüzmilyonbin tane şey yazabilirim.
Kar.
Nedir kar?
Ailemin tüm bireylerine acımasızca kar topu atma, kızakla adeta boğaza atlıyormuşçasına yokuştan aşağı kayma, eğer sömestr'da tatil ayarlayabildiysem dondurucu rüzgarlara karşı teleskiye sımsıkı tutunmaktır.
-gördüğünüz gibi romantikleştirmede doruk noktasındayım-
En güzeli, 5 sene önce yaşadığımız 2 haftalık okul tatilidir.
Şimdi tabii yeterli olmadı bu yazı fakat ne yaparsınız, meşgul insanlarız istemesek de.

Az ve öz, dileğimi dile getiriyorum:
Lütfen lütfen lüüüüüütfen kar yağsın. Lütfen.

Teşekkürler.

2 Aralık 2010 Perşembe

Cam.

Odamı çok seviyorum. Yazılarla, resimlerle, renklerle dolu... Çoğu insanın odama girerse benim her seferinde olduğum gibi mutlu olacağını düşünürüm. Odam 'mutlu'dur çünkü, umutludur, olumludur. Gülümsetir.

Fakat biraz köşeye giderseniz, dolabımın üzerinde ufak, ne olduğu pek belli olmayan bir resim görürsünüz. Bir cam. Üzerinde yağmur damlaları olan, puslu bir cama bir yazı yazılmış: you won't be young forever.

Başka bir blogdan almıştım, hatırlamıyorum. Belki içinde en ufak bir mutluluk bile barındırmayan tek asılı şeyim bu. Fakat indirmiyorum, çünkü ona bakınca tam olarak mutsuz olmuyorum. Her gün, belki bazen günde birkaç defa, gözüm takılıyor odamın o köşesine.

Bunu hiç unuttum mu bu aralar diye tartıyorum, kendimce.

22 Kasım 2010 Pazartesi

"Her şey kontrolümüz altında hanımefendi, endişelenmenize hiç gerek yok"

"When we are no longer able to change a situation, we are challanged to change ourselves."
- Victor Frankl

Bazen nasıl bazı şeyler kontrolümüzün dışında oluveriyor. Aslında dünya barışının (her olasılıksız bir şeyden bahsetmek isteyişimde dünya barışına yöneliyor oluşum...), ülke politikalarının, hava durumunun kontrolümüz dışında olmasına alıştığımızdan pek rahatsız olmuyoruz. Belki biraz söyleniyoruz ama genel bir kabullenme oluşuyor öyle ya da böyle. Fakat ne zaman ki kontrolümüzün olduğunu düşünüyor ve aksini görüyoruz, işte o zamanki şaşkınlık anlatılmaz, yaşanır.


Simon and Garfunkel dinlemeyeli yıllar oldu.
  
I'd rather feel the earth beneath my feet,
Yes I would, if I only could, I surely would.

18 Kasım 2010 Perşembe

Tyrannosaurus rex: T-rex

Bu adın anlamı tiran sürüngenlerin kralıdır. 14 metre uzunluğunda ve 5-6 metre boyunda bir dinozordur. Et ile (özellikle de diğer dinozorlarla) beslenir. Bundan 67 milyon yıl önce Kuzey Amerika, Çin ve büyük bir olasılıkla Güney Amerika ile Hindistan'da yaşamıştır. (Dürüstlük kimse bakmadığı zaman bile doğruyu yapmaktır'ı nasıl aşılamışsa okulum, şimdi bile kaynak belirtiyorum: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tyrannosaurus)

Dinozorları sevelim.

eğlenmek lazım, uyumak lazım, düşünme dur neme lazım/
mutluluk her yanda, üzülmek için dinozor olmam gerek/
sonbahar gelince kimse asla kaygılanmaz.

http://fizy.com/#s/1ajdex

Haklılar, o kadar çok şey var ki.  

14 Kasım 2010 Pazar

Conflicts: x, y, z.

İngilizce dersinde mutluluk üretken olabilir mi edebiyatta demiştik. Aklınıza gelen bütün güzel eserleri düşünün- roman, şiir, hikaye, herhalde "mutlu" olanları azınlıktadır. Evet. Çünkü insan aklı hep çelişki arar. Hep bir şeyi çözmek isteriz, bir şeyi keşfetmek, bir şeyi anlamak.

Peki, peki, hepsine peki. Ama önümüze konan bunca ölüm şiiri niye? İşin garibi, artık öyle bir noktaya geldim ki bu şiirleri yaşama sevincine de yoruyorum, tam tersine de.

Öldük, ölümden bir şey umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
Nasıl hatırlamasın o türküyü
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
...

Cahit Sıtkı Tarancı

13 Kasım 2010 Cumartesi

I despise you on a cellular level

(Senden bütün hücrelerimle nefret ediyorum).

Eğer bu bir slogan resmi olsaydı, sanırım altında şu yazardı:
When regular hatred just won't do.

Wisdom from Robert Downey Jr. (Due Date)

(more wisdom from Zach Galifianakis: "Dad, you were like a father to me")

11 Kasım 2010 Perşembe

Küçük İnsanlar

Keep away from people who try to belittle your ambitions. Small people always do that, but the really great make you feel that you, too, can become great.                                                                                                          -Mark Twain

Hayatta insanı en çok mutsuz eden insan tipi hevesini kırandır. Size ortamdaki limitleri gösteren veya ara sıra gerçeklikten uzaklaştığımızda ayaklarımızı yere bastıran tiplerden bahsetmiyorum. Herkesin yetenekleri farklıdır ama daha önemlisi yaşadıklarından dolayı sahip olduğu bilgiler farklıdır. Bir insanı "büyük" yapan, bunun farkında olup ona göre davranmak, haddini bilmektir.

Geçen gün felsefe dersinde insanların nasıl bir konuda "otorite" olduklarında egolarının şiştiğinden bahsediyorduk ki itiraz ettim. Benim bildiğim küçük ya da büyük çaptaki hatırı sayılır sayıda otorite hiç de öyle değil. Daha çok bildikçe aslında uzmanlaştıkları konunun ne kadar geniş ve derin olduğunun, insanın bilmediği bir şeyin her zaman çıkabileceğinin, konuya saygılarından ötürü çalışmalarını ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını belirterek sunmaları gerektiğinin farkındalar.


İşte bu yüzden, fikrin sorulduğunda düşünmeden cevap veren şişkin egolu küçük insan, bizim hiçbir zaman umrumuzda olmayacaksın.

9 Kasım 2010 Salı

Özdemir Asaf

Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine
Delinin denizi gibi
O ne kadar giderse

Üçtür şiir/şarkı yazıyorum diye edebiyata yatkınlığım var sanacaksınız ama inanın yok. Olmasını isterdim tabii fakat benimki pek amatörce. Sanırım şu ana kadar okuduğum ve beğendiğim blogların (jefaisvedontcopyselam) edebiyat hakkında olmasalar bile edebi bir nitelikleri olduğunu düşündüğüm için... Neyse. Üstte gördüğünüz şiir benim için çok değerlidir. Unutmanın mümkün olmaması, denizin hiçbir yere gitmemesi, denizin deliliği, sonsuzluk...

Bugün Asaf'ın Benden Sonra Mutluluk adlı şiir kitabını aldım. Bir gün oradaki şiirlerin herhangi birini tatmin edici düzeyde anladığımı hissedersem asıl ben 'mutlu' olacağım.

İnsan şiire başlayınca bırakamaz ama, Değil'le bitirelim.
Ölçü benim anlattığım değil benim dediğim
Benim anlattığım senin dediğin değil,
Bundan çıkan inan ki sevdiğim
Bütün ona gösterdiklerin, bana verdiğin değil.

7 Kasım 2010 Pazar

Ceylan

ne yalnızlık ne hüzün ne o eski şarkılar
hiç biri dokunmuyor senin yokluğun kadar
gece yağmur ve soğuk şehrin caddelerinde
gözlerimde hayalin hasretin yüreğimde

gurbette yorgun düştüm be ceylan
hasret tükettim bittim be ceylan

yeniden düştüm yollarına vardım geldim ellerine
yitik buruk bir çocuğum ben koyma beni hasretine

Mustafa Sandal'ın Araba'sıyla beraber, ilk şarkılarımdansın Ceylan. İlk ve eski olduğun için mi bu kadar güzelsin, aklıma belli belirsiz birçok görüntü getirdiğin için mi yoksa her şeyi açık açık söylediğin için mi?

-1 (Masa da masaymış ha)

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Daha ilk entry'sinden alıntıyla başlayan biri için (Edip Cansever bile olsa alıntı yaptığı kişi) ne düşünürsünüz bilemem, ama 'hoşgeldiniz' temalı ve başlıklı yazım taslaklarda beklese de ben bununla başlamayı uygun gördüm. Çünkü 'hoşgeldiniz' size azıcık kendimden bahsetmeyi gerektirecek ve hayatta bundan zor çok az şey vardır. 

Yine de bir ipucu vereyim.
S.'in en büyük hayali okyanuslarda yüzmek. Okulda, sinemada, bahçede, uçakta, anneannemlerde; ben hep bir okyanus olmak istedim. Bir balık olmak istedim, kuyruğumu çırpmak, derinlere dalmak, güneşin en parlak anında suyun üstüne taşan bir takla atmak istedim.

Seversem de, her yaz ziyaret ettiğim Ege'nin balıkları beni nasıl sevdiyse öyle sevmek istedim.